ÖĞRETMENLER

BENİM KÜÇÜK DOSTLARIM – HALİDE NUSRET ZORLUTUNA

“Zulmette barınır belki bir zaman,
Ruhu bedbin eden hileyle yalan.
Hakikat doğacak güneştir inan!
Mümkün mü geceler sabah olmasın?”
İbrahim Alâattin

Şu mısraların güzelliğinden çıkamıyorum. Harika değiller mi sizce de? Halide Hoca yazı dersinde talebelerine bu dörtlüğü yazdırdığından bahsediyor kitabında. Hatta yazısının pek güzel olmadığını da itiraf ediyor:)
Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Öğretmenlerin okumasını tavsiye ettiği kitaplar” listesinde görmüştüm bu kitabı. “Kadın Yazarların Annesi” ünvanını alan bu kıymetli hanımın hiçbir eserini okumadığımı farkedip aldım hemen. İyi ki de almışım. Meslek aşkım tazelendi diyebilirim. Bizler nasıl bir güzelliğin içinde olduğumuzu unutuyoruz bazen. Dünyada insan küçüğünden daha kıymetli bir şey olabilir mi:) “Zaten her şeyin küçüğü sevimlidir” der, annem hep. Şaka bir yana öğretmenlik her önüne gelenin yapamayacağı(yapmaması gereken)kadar zor ve kutsal bir meslek. Her mesleğin kendine göre zorlukları kolaylıkları var muhakkak ve uzmanlara göre ne iş olursa olsun severek yapmak en temel şart. Ama sağlık sektörünü dışarıda tutarsak, sevmeden yapıldığında bu kadar yıkıma sebep olabilecek başka bir meslek var mı bilemiyorum.

Düşünsenize görüp görebileceğiniz her kulvardan eleman en önce sizin rahlenizden geçiyor. Ham madde bizim elimizde işlenip piyasaya sürülüyor amiyane tabirle.
Polisin de bir öğretmeni olmuş hırsızın da.
Hayvansever de azar işitmiş ödev yapmadığı için cani de.
Cafe sahibine de sen öğretiyorsun toplama çıkarmayı yüksek matematik mühendisine de.
Eli ayağı öpülesi anneler babalar da şiir okuyor senin sınıfında, acımasız silahlarla binlerce çocuğu anasız babasız bırakanlar da.
Toplumlara hakettiği değeri kazandıran liderler de ayağa kalkıyor sen sınıfa girince, kitleleri uçuruma sürükleyenler de.
Nasıl bir yükün omuzlarımızda olduğunun farkında mıyız gerçekten? Ah keşke olsak. Her şey bugünden çok farklı olurdu, eminim.
“Yaa sen kitabı anlat, ne yapıyorsun?” diyeceksiniz. İşte tam olarak bunları anladım bu kitaptan. Öğrencilerini anne şefkatiyle seven bir Cumhuriyet öğretmeninin, onların hayatına nasıl dokunduğunu, yaralarını nasıl sardığını, kahkahalarına nasıl eşlik ettiğini öğrendim. Ve ‘onun çocuklarının’ ülkemizi nasıl ihya ettiklerini bir kez daha anladım. Sorguladım tabiki kendimi de; ben çocuklarımı böyle içten seviyor muyum diye. Bugün meslektaşlarımdan kaç tanesi öğrencilerine anası-atası gibi muamele ediyor diye. Cevaplarımdan tatmin olup olmadığımı tahmin edersiniz.
1920’lerde öğretmenliğe başlayan, gazeteci Avnullah Kâzımi( Mehmet Selim Bey)’nin özel hocalardan üç dil öğrenen( çocukken Arapça,Farsça; üniversitede İngilizce) kızı Halide Nusret’in pek sevdiği talebeleriyle anılarını anlattığı kitabı.
İlk baskısı 1948’de yapılmış. Yurdun çeşitli yerlerinde vazife yaptığı sırada ona yoldaşlık eden talebelerinden; Benim Küçük Dostlarım diye bahsetmesi bile ne denli içten olduğunu anlamamıza yeter sanıyorum. Kitap yüz otuz sayfa falan. Halide Hoca’nın fotografları da serpiştirilmiş aralara. İki saatte falan okudum. Dili hafif, edebi bir kaygı gütmeden, tamamen sohbet eder havada aktarılmış hatıralar. O dönemlerin şartlarını, eğitimini, imkanları, öğretmen-öğrenci ilişkisini anlamak adına faydalı bir eser. Bazı yerleri basit gelebilir ama içinde bulunulan yıllar, ortam düşünülünce gayet dozunda yaşanmış duygular bence.
Benim günümü güzelleştirdi. Salt bu yüce gönüllü kadına saygı için bile olsa her öğretmen adayı okumalı bence. Onun öğrencileri için söylediği şu ifadelerle bitirelim:
“Evet, onlar güneşin öz çocuklarıdır. Gözleri ve gönülleri güneş doludur. Kanları, yazlar kadar sıcak; ruhları, baharlar kadar aydınlıktır.”(sayfa 111)
Sayfa 123’teki Kemalettin Kamu dizeleri de benden eski kuzularıma gelsin. Yeniden buluşuruz umarım:
“Ey iki aşina kalp arasında,
Sıra dağlar gibi duran seneler!..”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Translate »